"Les freudiens (classiques) y virent la confirmation de leur a priori : la femme -l'ombre- manifeste ainsi son envie de pénis. C'est Luce Irıgaray qui leur répondit avec fermeté: ce qui manque à la femme, ce qu'elle recherche dans ce monde d'hommes, ce n'est pas un pénis ou un substitut quelconque, mais son identité reconnue de femme."
Giséle Halimi, Les temps des malentendus
Johann Weyer, cadı avcılığının 16. yy’da bir meslek olduğu günlerden ilginç bir figür. Dönemin akıl tutulmasının çözümü için çaba sarfetmiş, cadı olduğundan şüphelenilen kadınların yok edilmesinin haksızlığını ispatlamayı denemiş biri. Dönemin serencamında cadılık doğaüstü etkenlerin bir sonucu bir nevi bir tür kaderken Weyer bu insanları hukuki mecrada da akıl hastası tanımıyla ortaya koyarak Ortaçağ Avrupa’sında insan bilinci olgusunu gündeme getirmiş: adalette kilisenin katı ve teoloji temelli kanonikasının düzene egemen olduğu bir toplum hayatında tıbbi hastalık durumunu öne çıkararak dini sapkınlık yargısının feci katliamlara neden olan anlamını yeniden düzenletmeyi denemiş. Sadece bununla kalmayıp melankoli kavramı üzerinde durarak bugünkü tıp literatüründeki psikotik kişilerin bu hastalığının oluşum sebeplerini de açımlamaya çalışmış. Bu açıdan Weyer modern psikiyatrinin tarihteki öncüllerinden biri olarak da dikkate alınıyor.
Laiklik ve kadın
Weyer’in seküler çerçevede bir kadın hakları savunuculuğu yapmış olduğu da söylenebilir. Çalışmalarında çok da başarılı olmadığı, tezlerini destekleyebilecek yeterince başarılı deney ve araştırması olmadığı söyleniyor. Ancak vazgeçmemiş ki en sonunda sürülmüş.
20. yy’da Avrupa, laiklik ve kadın
Hatırlatmak gerekir ki 19. yy’da Freud ya da Viyana okulu insanın bebeklik, çocukluk, ergenlik vs gibi dönemlerdeki deneyimlerinin terapi sürecinde değerli olmasını katı bir çerçeve olarak çizmiş, psikanalistin odasını düşüncelere ayırarak, genelde öteki olarak bahsedilen toplumun figürleri, toplumsal durum, seviyesi vs. gibi olguların kişiye etkilerinin -biz Türklerin deyişiyle mahalle baskısının- benliği edilgen kıldığı dogmasını yıkmıştı. Kültür, “ben” yani ego’nun “deneyim”lerinden yola çıkarak içine karışacağı bir dünyaydı. 20. yy’ın bitkin ve değişimin ortasındaki Avrupasında birey kurduğu medeniyette Narcissus gibi kendi yansımasında değil, sanatın, mimarlığın, edebiyatın ve özgür bireylerin dünyasında ötekini tanımaya çabalarken kendini gerçekleştirmeyi öğrenecekti.Freud’un başını çektiği Viyanalı nörologların kurduğu psikanalizin hümanist çerçevede değerlendirebileceğini de hatırlatalım. Freud insan psykhe’sine kadim Yunan’ın anlatılarıyla bir akıl mimarisi önermeyi denemişti. Ayrıca Batı’nın kadın ve sekülerizm meselesinde sadece 100 yıl öncesine kadar hala yolun başlarında olduğunu söyleyebiliriz.
Kadın meselesi, kadınla sorunlu erkekler meselesi, kadınla sorunlu olmayan erkeklerle sorunlu erkler meselesi
Weyer’in çabaları bize Cumhuriyet tarihimizden bir kesiti anlarken de önemli. Bu tarihi incelerken öne çıkan kadın sorunu değil kadınla sorunlu erkeklerin tarihi. (Ne var ki Weyer için bu tip kadınlara sempati duyduğu, hatta aşık olduğu gibi katı eleştirilerde(!) bulunulmuş.) Bunu kadın meselesinden ayırmak önemli. Kadınların sorunları sadece erkek egemenlikle ilgili değil, ama önemli bir bölümü bununla ilgili. Weyer o günkü tıbbın olanakları ile bir hastalık/tedavi edilebilirlik önermesiyle geçici bir çözümün yolunu açarken kadınları teolojik alandaki cadı münafıklar açmazından alıp tıbbın psikiyatrik çözümlemelerine(ki o gün pek de gelişmiş değildi, Weyer de muhtemelen kadim medeniyetlerden Batının öğrendiği kadar bir psikiyatri bilgisine sahipti) çekip en azından vahşice katledilmelerini önlemeyi denemesi bir tür erkeğin kadın ruhuna merak duymasının hikayesine de dahil edilebilir.
Zafer Toprak da makalesinde (Genç kız intiharları – Dr. Cemal Zeki’nin delişmen çılgın kızları) Cumhuriyetin ilk yıllarında kadınların özgürlük kazanmaları ve değişim ile gelen sorunlarında tıbbi yani materyalist bulgular üzerinden ele alındığına dikkat çeker. Önemli bir felsefi tartışma olsa da psikiyatrinin materyalist, psikolojinin ise hümanist bir ekole ait olduğunu söylemek yanlış olmaz.Bizim için laiklik tartışmasının çerçevesi de bu tartışmalar, sorular ve arayışları içerisinde barındırırken laikliğin özellikle kadın meselesinde kolay bir haritası olmadığını gösteriyor. Türkiye’de batılılaşma, muhasır medeniyet, modernizm ve laiklik üzerine pek çok konuşulurken hümanizmden bir kaç uçarı Fransız entelektüeli ve Avrupa şehir meydanlarındaki büyük ölçekte heykeller dışında pek bir yansıması merak açısından yok denebilir.
***
Çetin Altan’ın bir yazısından:
“Sofrada, su bardağı içinde bile olsa, bir demet kır çiçeğiyle duvarda iki iç açıcı peyzaja gerek duymadan yaşamaya alışmışlığın sonuçlarıdır bunlar…”
–
Sadi Kutlu Özbay
Venedik – Mayıs ’16
No comments:
Post a Comment