Showing posts with label Identity. Show all posts
Showing posts with label Identity. Show all posts

Tuesday, 29 January 2019

GREVIO

“AKP Hükümeti, GREVİO'nun yeni yönetim kuruluna Türkiye'yi temsilen Feride Acar'ın yerine Tenzile Erdoğan Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdürü Aşkın Asan'ı "tek aday" olarak önerdi.”
"İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi olarak görev yaparken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2015 yılında açılışını yaptığı ve annesi merhume Tenzile Erdoğan’ın adı verilen Üsküdar’daki Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin okul müdürlüğüne getirildi."
2002-2004 yılları arasında Dubai Ajman University of Science and Technology’de görevlendirildi. 2004’de Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi alanında doçent oldu. Sultan Qaboos Üniversitesi Öğretim Teknolojileri Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Dekan Yardımcılığı ve Bölüm Başkan Yardımcılığı görevlerini yürüttü. Araştırma projeleri yürütücülüğü yaptı. 23. Dönem’de Ankara Milletvekili olarak Parlamentoda görev yaptı. TBMM’de Akdeniz Parlamenter Asamblesi (APA) Türk Grubu Başkanı, Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Komisyonu ve İKÖPAB Türk Grubu Üyesi oldu. 
2011-2014 Yılları arasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Bakan Yardımcısı görevini yürüttü. 
2014 yılında profesörlük unvanını aldı.  1 Kasım 2014 tarihinde Avrasya Üniversitesinde Genel Koordinatör olarak görev yaptı. 
03. Mart.2015 tarihinde Avrasya Üniversitesi Rektörü olarak atandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın akademisyenlere "Bazı profesörlerimiz çıksın; ‘Ben imam-hatip okullarında yöneticilik yapmaya varım.’ desin. İşte reform budur” çağrısı üzerine Aşkın Asan, İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi olarak görev yaparken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2015 yılında açılışını yaptığı ve annesi merhume Tenzile Erdoğan’ın adı verilen Üsküdar’daki Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin okul müdürlüğüne getirildi. Aşkın Asan halen bu okulda müdür olarak görevine sürdürüyor"
İstanbul Sözleşmesinin bahsedildiği gibi dünyada ve Avrupa'da pek ön planda bir anlaşma olduğunu düşünmüyorum. Britanya'da hala tam olarak yürürlüğe girmedi. Kıta Avrupa'sında da çok parlak olduğunu sanmıyorum. Türkiye'de de bence çok iyi götürülmedi.

RTE ve AKP çevrelerinin Londra ziyaretlerinde bu konuya kafayı taktıklarını zannediyorum. Pek anlayabilecekleri bir konu değil. Velhasıl kadın hareketinde de bu konuyu ele alabilecek, muhalefet ya da entelektüel otoritesini ortaya koyabilecek pek kimse de yok. Bunun dışında GREVIO için tek aday önerilmesine karşın; Avrupa Konseyi'nin dikkatini, GREVIO aday adaylığının demokratik prensiplere aykırılığına çekmek için bişeyler yapılabilir. 

***

Türkiye'de modernleşmeyi siyasetin ve toplumun kısımlarına ayırarak incelemekte fayda var. Askeriye ya da bürokrasi, sosyal güvenlik modernleşmiş olabilir. Ancak topluma bu sırada en az 15 sene kaybettirmiş olan konu bu kadın meselesidir, İstanbul Anlaşmasıyla da sadece kristalize olmuştur. 

Türkiye'de kadın toplumun değil siyasetin bir parçası. Demokrasi nedir, tüm Türkiye gibi bilmiyorlar, haliyle inançları da yok. Demokrasi olmak yerine demokratikleşmeye çalışan Türkiye'de, bunun için çaba sarf edenlerin de pek dikkate değer amaç ve başarısı yok ya da binbir zorlukla akıntıya kürek çekmek pahasına bişeyler yapabiliyorlar.  

Türkiye'de kadınlar sadece bir maskeden ibaret, bunu yaratan da erkekler. Kadın hareketinin eylemlerinde bu kadar bağırmaları ve agresifleşmelerinin nedeni de bundan. Benliklerini ancak bir maskeymiş gibi tanıyabildiklerinden, alışkanlıkla bağlandıkları maskeyle de ikircikli bir mücadele içindeler, bu maskenin nasıl olduğu erkeklerle de ilişkili ve erkeklerin iktidar mevkiinde oldukları yerlerde, erkekler bunun başat belirleyicisi, tüm bunlara karşın maskenin arkasından da seslerini duyurmaya çalışıyorlar, maskelerinden rahatsızlar, kızıyorlar ve anlaşılıyorlar mı bilmiyorlarken bağırıyorlar, sinirleniyorlar.

Demokratikleşme maskeye üst üste yapılan makyajdan başka birşey değil. Sosyal medyanın olanakları buna örnek olarak gösterilebilir. Uygarlıktaki sefalete karşın geçici ya da üstün körü bir çözümden başka bişey değil.

Böyle bir siyasetin parçası olmak da kadın meselesinde tüm sorunların merkezi.

***

Venedik'te karnaval döneminde takılan maskeler, Venediklilerin deniz aşırı diyarlarda keşfettikleri güzelliklerden anılar, tarih ve halk oyunlarından kalan miraslarındandı. Aristokrat ve zanaatçı giyindikleri kıyafetin içinde o günler eşitçe sohbet edebilirdi. 

Maske sadece özgürlüğün, serüvenin ve güzelliğin göstergesiydi. Kutlama, Venediklilere has bu erdemlerle yapılırdı.

Monday, 12 March 2018

Feminism and the Turkish Society: Artist and the Model


Women have decided in the last Feminist March not to invite men. For me it was both curiosity and fun to stare at women en marche  but also having fun and revolting at the same time. Yet the society seems like got used to these manifestations. 

A depiction of a feminist in general in Turkey is a women in anger. While women in the language or culture was only a signification as of mens' object of sexual desire, it was quite an unusual circumstance women to revolt in the streets with criticisms to the men. 

Because there is not a movement like masculinism (Instead usually Islamists are responding to the feminists social quests)  I follow the feminism as a requisite for me in the contemporary and try to have my own evaluation and criticism of men and women in the society. Yet the fear -women to perpetually reject men is also felt in the Turkish society. But still among such recent thrilling stories as child marriage or violence against women and girls, there remains no place to discuss the foundations of a society and being human. Child abuse was the leading topic in Turkey recently.

It's been a difficult decade for women in Turkey. But still I think feminism is not yet a mature social movement and very much in bound to the society and men.

Feminism is feminine rationality and its interpretation of the Public and Private Life. But I should also emphasize that the cause to acquire a feminine rationality in this century is only because it was oppressed through the history and not for another reason.

Social catastrophic problems shouldn’t be put, as an obligation, on the shoulders of this social movement but also the fact that the feminist movement is anyhow remarkably a movement sharing the values with the democracy shouldn’t be evaded as well. And feminism shouldn’t feel an a priori responsibility for the social turmoils which makes it much difficult in perceiving or adopting of the feminine rationality.

Wednesday, 7 March 2018

Kadınlar Günü: Toplumsal Cinsiyet Rolü ve Rolleri



Kadın meselesi üzerine tartışmaları hala dikkatle izliyorum. Bu konuda kafamı karıştıran Türkiye'de toplumun pek çok kesiminin demokrasi ve bunun hukuk devletinde yer edinmesi gerekliliği üzerine çabalamamak, birkaç söz söylememek için pek çok bahanesi varken kadın meselesinin ucuz ve eften püften bir mesele olduğunun itirafı. Zira demokrasi kadın hareketiyle gelmez, kadınlara demokrasinin ne olduğunu anlatabilecek pro-feminist de pek yok gibi görünüyor. Ancak kadın hareketinin varlığı demokrasi varmış gibi gösterebilir, toplumsal siyaset rolleri mi demeliyiz buna?

Toplumsal Cinsiyet Rolleri uzun zamandır sivil toplumun, feminizm ile ilgilenenlerin üzerinde durduğu bir konuydu. Cinsel kimlik, yönelim, edinimlerini toplumun -genelde en baskıcı- kesimlerinin terazisi ile anlaşıldığı bir dönemden sonra, kadınlar ve diğer baskı görenler bu baskıcı düzenin nedenlerini ve oluşumunu anlamaya karar verip incelediler.

Azınlıkta kalmanın neden baskı görmek olduğundan çektikleri sıkıntı ile bir araya gelip, toplumun baskıcı ya da değil, önyargılarının adalet, eşitlik ve özgürlük ile ilişkisi üzerine düşündüler.

Zira herhangi bir çağda ya da kültürde erkeğe özgü olarak bağdaştırılmış davranış özellikleri toplumsal bağlarda etik normların yerini almaya başladığında, bu davranış özellikleri icabında toplumda belli ayrıcalıkların elde edilebileceği hakkını sağladığında, işgüzarca bürünülmesi basit roller haline gelebilir.

Türkiye'de azınlıkta kalanlar ciddi sıkıntılar çekerken, bugün bu konunun böyle toplumsal bir eğlenceye dönüşmesi eminim pek çok insanı üzüyordur.

Toplumsal cinsiyet ya da diğer rolleri yeni bir konu değil. 16.yy'dan 18. yy'a Venedik Cumhuriyeti'nde toplum belli dönemlerde İtalyan folklorünün temsil ettiği karakterlerin kostümlerini giyerek şehirde bir araya gelirken sınıf, cinsiyet vs. gibi toplumsallığı belirleyen özelliklerden kurtulmayı deneyecek, 19. yy İngiliz yargısında yargıçlar bilgeliği temsil eden beyaz saçlı (Ve hatta toplu) peruğu temsilen takacaktı, 21. yy Modern Türkiye'sindeyse toplum CV'sinin temsil ettikleri, yakınlarının temsil ettikleri, testesteronunun ve hatta östrojeninin temsili işleriyle bir modern toplumu sürdürmeye çabalayacaktı.

Kişiliğin, kişiliğin karakterinin gelişimi üzerine pek çok teori var, cinsellik de burada önemli bir yer tutuyor. Zira cinsel özellikler toplumdaki çeşitli yankısının hengamesinde kişiliğini insani üretkenlik hatta yetişkinliğe geçişteki değişimi üzerinden tekrar sorgulamasını getiriyor. 

Bu nedenle mutlu bir sevgililik olmuyor, belki mutlu sevgililiklerin toplumla paylaşabileceği pek birşey olmuyor. İlk aşk acısından sonraki sevgililerde hep o abartı mutluluk halleri ya da rolleri ile, birşeyler yarım bırakılmış, sevmenin ve sevilmenin anlamının keşfedilemediği, toplumsal ilişkilerde yeniden bir değer olarak üretilemediği sadece kurallarla kementlenmiş bir toplumda yaşamayı sürdürüyoruz. 

Ben de bir zamanlar birini sevmenin ve sevilmenin dışarının tüm baskısına karşı bir direniş olduğuna inanırdım. Ancak artık böyle bir çabaya gerek yok çünkü sevgili olmanın bile toplumsal bir biçimi, rolü var.

Kadınlardan öğrendiğimi hatırladığım ilk ve sanırım hala en önemli şey, birini sevmenin yürekle olması gerektiğiydi. Çünkü insan olmanın tarihine has bu olguyu hissedebilmenin, anlamanın tek yolu buydu. Bunu öğrendiğimde, cinsel çekimden ne kadar farklı olduğunu öğrenebilmiştim. Yüreğiyle sevmek için de üzülmekten, acı çekmekten korkmadan cesur olması gerektiği. Zira içinde cinselliğin de olduğu bir yaşam biçiminin getirdiklerini var gücüyle insan olmanın anlamına dönüştürdüğün bu ilişkiler gerçekten kimi zaman çalkalayıcı olabiliyordu.

Ne kadar sevip sevilebildim, doğrusu pek olmadı. Bazen ben cesur olamadım, bazen başkası. Bazen ben anlayamadım, ya da sevilmedim. Önemli miydi, elbette önemsiz değildi. Ama en azından sevmek ve sevilmek nedir biliyorum. Hala zor anladığım, anlayamadığım oluyor. Ve dürüstçe söyleyebilirim ki toplumsal cinsiyet rolleriyle bir karşı cinsimin gönlünü kazanmaya hiç çabalamadım. Çünkü cinsel özelliklerle bağı kurulan bir ilişki insaniliği giderek anlaşılmaz kılan karşılıklı iki kırık aynaya dönüştürür. Sevdiğim insanla hiç ara vermeden sevişebilirim ancak sevişmenin sadece kendisi insan olmayı yeterince hatırlatmıyor. Biriyle yakınlaşmanın tek bir anlamı yoktur. Sevilen kişiye sevginin nedeni hakkında edilebilecek en temel itiraf insan olduğu içindir.

Rol model diye çıkan insanları izledikçe daha da umutsuzlaşıyorum,  Türkiye'de kadınların belki %95'i özgürce sevişemiyor.  Konu toplumsal cinsiyet rolleri ama kimse konuyu cinselliğe getirmiyor.

Kız mı kadın mı meselesinin Türkiye'de kadınların bekaret kemeri denen her kadında olmayan kimi kadınlarda da farklı biçimlerde olan, kimi tarafından bakirelik için Allah'ın bir lütfu, kadına bir mesajı olduğu ileri sürülen, belki de büyük ihtimalle oluşumu zor bir biyolojik sürecin getirisi olması da mümkün, hatta işin içine Darwin'i de katarsak belki çağlardır kadınların özgürlüğünün kısıtlı olması nedeniyle de olabilecek bir bedensel kısım ile ilgili.

Kızın daha çok ailesinin kızı gibi henüz bireyselliğe tam anlamıyla adım atamamış genç insanlar için kullanılmasının doğru olduğunu düşünüyorum. İleriki yaşlarda kız arkadaşlarımın kimi zaman yaptıklarıyla, kimi zaman bir sözleriyle büyüdüğünü düşündüğüm anlarda bağımsız bir birey olmaya adım attıklarını fark edip kadın olmaya başladıklarını anlardım, kadın kız farkı bu olabilirdi. Yetişmek zor bir süreç ve henüz çok gençken daha çok okul koridorlarında ebeveynlerin giydiği kıyafetleri giymeye özenen kimi zaman giyen kız arkadaşlar olurdu, elbette kimi zaman bu genç insanların yaşadıkları sorunlar ve hatta travmalarıyla, yetişkinliğe özenmesi, ve akılsal ve toplumsal konum ile ilgili bir durumu dışsal şeylerle yansıtmayı denemesi üzücü, tedirginlik verici bir durum.

Tıpkı kıyafet gibi, bedenin de kamusal normlarla ilişkilendirilmesi yetişen bireyin aklını feci biçimde zorlayacak bir durum. Vücudumuzdaki değişimleri nasıl dehşetle izlediğimizi ve ruhsal buhranlara sürüklendiğimizi açıkcası kendi adıma genç öğrencilik yıllarımdan hatırlıyorum. Tam bu süreçte, öğrencilere liseye giriş sınavı için çalışmaya yüklenilmesi biraz acayip geliyor, ancak sanırım bu dönemi atlatmanın en iyi yolu akılsal ve bedensel belli çalışmalara, aşırıya kaçmadan, disiplinle çaba vermek. Üstelik hep tavsiye edilen Dünya Klasiklerinin bence okunabileceği en iyi dönem de bu dönem, bugün iyice karmaşık hale getirilmiş yetişkinlerin dünyasına geçişte muhteşem bir yardımcı olabilir her biri, özellikle aile, toplum, birey olma konularını işleyenlerinin ve tabii ki yayınlamak için o klasiklere hak ettikleri emeği veren yayın evlerinden seçilmesiyle (Hiç yoktan genç bireyler seçkinci olmayı da öğrenmiş olur)... Tek sorun bu herkes için bu kadar kolay ve hatta acısız mümkün olamıyor. Bir de bu kadar konuşmuşken kendi cinselliğimden de örnek vermem gerekirse, çok da beğenmemiştim bu değişimi diye hatırlıyorum...

Önyargının bu kadar çok olduğu bir toplumda kadınlar da önyargısız değil, ve önyargıların buzlarının kimi zaman bu toplumsal cinsiyet rolleri ile kırıldığını görüp, kimi zaman imreniyorum, üstelik daha sonra belki ilişkilerini farklı anlamlı yollara da sokabiliyorlardır. Ancak bu neden bu kadar önemli biraz sorguluyorum. Erkeklik halleri denen cinsiyet rolleri cinselliği kişilikleriyle çatışmalı ve bunu kibar olmayan kaba davranışlarını kişilik karakteri olarak uyumlu hale getirmeye çalışan insanların şaşkınlıkları. İngilizler de Fransızlar da en az Türkler kadar cinselliği seviyor. Ancak kibarlığın da gayet iktidar gerektiren birşey olduğu da kabul edilebiliyor.

Cinsiyet rolleri konusunda bence bir önemli konu da eğlence hayatı. O da Türkiye'de yok. Ve elbette olduğunda da suistimal ediliyor. Daha seçkinci ortamlarda da yine bu konulardaki karışıklıkları fark edebiliyorsunuz. Loş, parlak ışıklarının altında o gece tüm güzelliğiyle sokağa çıkmış bir karşı cinsle şehirde bir yerde o night fever denen duyguyla müziğe eşlik etmek kadar güzel ve heyecanlı bir şey az vardır şehir hayatında. Zira bu bahsettiğim buzulların, önyargıların toplumsal bilmem ne rolleriyle kırılmasına buralarda gerek yok.  Bu anlattığım Türkiye'de nasıl daha iyi ifade edilir henüz bulamadım. Şunu söyleyebilirim ki eğlence hayatını doğru düzgün yaşamamış insanların toplumsal cinsiyet rollerinin saçmalığını cinselliği reddetmeden fark etmesi, anlaması zor.

Kimi kadınlar erkekliğin özelliklerini davranışlarımda manifeste etmediğimde sanki bir geleneğin buyruğuymuş gibi güçsüz, yetersiz biri olduğuma kanaat getiriyorlar. Geleneksel kadınların da çekici olduğunu düşünsem de çok umursamıyorum. Asıl sorun kadınlar artık ilk aşk acısını affedemeyecek kadar güçsüzleşiyor. Ve belki asıl sorun, aşk acısının cinselliği cinselliğin de kişiliği ve kişisel tarihi sorgulatması bir hayli ağır geliyor. Eski nesillerin ilişkilerinde sorumluluklar daha çok yer tuttuğundan sevmek, sevilmek ve hatta cinsellik emek vererek zamanla öğrenilebiliyordu, ama bugün insanlar yavaşlığa pek dayanamıyor. Yeni nesillerde modern hayatın kimlikleri bu acıyı ancak hafifletiyor. İnsanlar ne kadar Dostoyevski okusa da bugün karşılaştıkları insan olmanın her karmaşasında toplumsal rollerden biri can simidi olabiliyor.

Sevip sevilmek toplumsal cinsiyet, medeni beraberlik, sınıf rollerinin kementleriyle çirkinleşiyor. Kadınlar da erkekler de ne olursa olsun her kişilik karakterinin bir alt sesi olarak cinsel bir klişe bekliyor. 

Demokrasinin yaşadığı yerlerdeyse, insanlar sevip sevilebiliyor ve sevip sevilmenin coşkusunu emeğiyle güzel bir ilişkiye, güzel bir eve, güzel bir topluma dönüştürebiliyor. Bu sadece yaşamın paylaşıldığı insanlarla değil arkadaşlarla da böyle.

Bunların mucizevi yanını ne kadar unutursak, o kadar ayrımcı siyasetlere kapılıyoruz.

Siyasete bu kadar ihtiyacımız olmadığını anlayamıyoruz.

Siyaset modernleşme için, anladığım kadarıyla, iyi bir araç ancak modern insanın çok da siyasi olduğunu sanmıyorum.

" In his 2007 book on Jim Jarmusch, author Juan Antonio Suarez remarks that the director’s films “are centrally concerned with situatio...